Prof. Dr. Ümit İnce
- Bize kendinizden bahseder misiniz?
1956 Bandırma doğumluyum. Rus harbinden sonra Karadeniz’in Kuzeyi’nden gelip Bulgaristan Varna’ya geçip oradan da Bandırma’ya gelmiş olan bir aileyiz. Aslen Çerkeziz. Çerkezliğin ne demek olduğunu babaannem ve anneannemden biliyorum. Çünkü kendileri Çerkezce konuşurlardı. Rahmetli babam bir kadın doğum doktoruydu. O dönem Bandırma’da iki doktor vardı ve bunlardan birisi babamdı.
Büyük dedem İsmail Hakkı İnce, Osmanlı yargıcıydı. Onu tanıma fırsatım oldu, ben 6 yaşındayken vefat etti. Arnavut isyanında dedem ağır ceza reisiymiş ve oradan kaçarak Bandırma’ya kadar gelmişler. Dedem burada “Hak Yolunda” adında bir gazete çıkartıyor ama Yunanlılar tarafından saldıraya, baskına uğruyorlar. Büyük dedem hapse girmesin diye evin diğer insanları da gazeteyi yakıyor.
O zamanlar 10 yaşında bir çocuktum, Bandırma sahil kenarında bir şehirdi. Bandırma da inen yolcular vapur beklerdi. Oradan İstanbul vapuruna binerlerdi. Çocuklar vapurun en üstüne çıkıp oradan balıklama atlayıp da denizin altından, para çıkartırlardı.
O dönem 1974 ve 1980 demek; harp demektir. O yaştaki bütün çocukların olması gerektiği gibi biz de komünist taraftaydık. Tabi ki bu süre içinde birçok insanı 12 Eylül zindanına attılar. Biz de yakayı zor kurtardık diyebilirim.
Daha sonra babam büyük bir şehirde olmamız kanaatine vardı. Bu nedenle Ankara’ya geldik. Kız kardeşimle birlikte Ankara TED kolejini bitirdik. Daha sonra Ege Tıp Fakültesi’ni bitirdim ve tıp fakültesinde babamın yanında çalıştım. 500’ün üzerinde doğum yaptırdım.
- Patoloji alanını seçmeye nasıl karar verdiniz?
Patoloji alanıyla ilgili çok bir fikrim yoktu aslında. Bir arkadaşım vardı. Beni Talia Baykan Aykan ile tanıştırdı. Talia Hanım eğer frekansı tutturabilirsen etrafa güzel şeyler saçmayı çok seven bir insan. Benimde Patolojiye yönelmemi sağladı.
Daha sonraki süreçlerde patolojiyi daha iyi anlayarak ve bir sürü şeyi bir araya getirerek patolojiye girdim. Arkadaşım beni Talia Hanım ile tanıştırmamış olsaydı belki de kadın doğum doktoru olacaktım.
Eşim Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde hocadır. Eş durumdan dolayı İstanbul’a tayin edildim. Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne gönderildiğim zaman patoloji laboratuvarı vardı lakin boştu. Bir ben, bir tane de sekreter kız vardı. Burada çalışmaya başladım. Göztepe Hastanesinden gönderilmiş olan, belki boyumdan büyük bir çuvalın içerisine konmuş olan örnekler vardı. Sekreterin küçük bir daktilosu vardı. Ben orada mikroskoptaki parçaları diseke ederken o da takır takır yazardı.
Burada başhekim Asuman Eğribozlu idi. Kendisine “Doçentlik sınavına gireceğim sonra da bana iş verirsiniz dedim.” O zaman ki bilgilere göre akademik kariyere devam etmek için gerekli olan her şeyi yerine getirdim.
Daha sonra askere gittim ve 16 ay askerlik yaptıktan sonra doçentlik sınavına müracaat edip akademik kariyerime başlamış oldum. 11 sene Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde klinik şefliği yaptım.
İzmir’de askerlik yaparken Ege Tıp Fakültesi’nde okumuş, sonrasında Hollandaya gitmiş ve Rotterdam Kanser Enstitüsünde çalışmış olan Dr. Halit Umar ile tanıştım. Benim doçentliğim sırasında da beraber yazı yazdık. Dolayısıyla bir nevi ihtisas daha yaptım. Birlikte çok da iyi zaman geçirdik.
Cerrahpaşada hem hocam daha sonra ortağım olan rahmetli Prof. Dr. Nafi Oruç vardı. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde klinik şefliğine devam ederken, Nafi Beyle de çalışmaya başladım. Bir müddet sonra baktım ki olacak gibi değil, Haydarpaşa Numune Hastanesi klinik şefliğini bırakıp, devletten istifa etmeye karar verdim. O sırada bana tavsiye veren birçok adam çıktı ortaya. Bana sürekli “Öyle yapma, böyle yap” diye akıl veriyorlardı. Sonra bir baktım ki bana tavsiye veren adamların hepsi sahtekar. Klinik şefiyim diye geziniyorlar ama ortada yaptıkları bir iş yok. Tek niyetleri örgütten adamın çıkmaması. İstifa ettikten sonra Nafi Bey’le birlikte Oruç Patoloji Laboratuvarını kurduk. Nafi Hoca ayrıldıktan sonra Nişantaşı Patoloji Grubu A.Ş adında bir şirketimizi faaliyete geçirdim. Amerikan Hastanesi, Memorial Hastaneler Grubu gibi sistemin önemli bir parçası olan Nişantaşı Patoloji Laboratuvar’nın bünyesinde 41 tane patolog var.
Aynı zamanda Acıbadem Sağlık Grubununda Patoloji Laboratuvarları Direktörüyüm.
- Türkiyede ki patoloji alanını değerlendirir misiniz?
Türkiye'deki patoloji beni çok ilgilendirmiyor aslında. Zira benim kendi işime bakmam lazım oradaki adam ne yapıyorsa yapsın. Dünyada ki patolojinin ne olduğunun iyi bilinmesi gerekiyor. Başlangıçta ben de bunu Talia Hanım sayesinde öğrendim ve önemli bir kısmını zihnimde barındırıyorum.
Bir kere patolojinin standardının en yüksek standart olması lazım. Onun için buradaki patoloji laboratuvarını kurmam ve geliştirmem uzun zaman aldı. Bu laboratuvarda ne formol ne de başka bir koku vardır. CSA burayı geldi kontrol etti. Amerikalı kadının ağzı açıldı, kaldı. Böyle bir patoloji laboratuvarı olamaz diye.
Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde 2 defa patoloji laboratuvarını resmi yazıyla kapattım. Beyin ameliyatı nasıl kazma ile yapılamıyorsa, birçok alet gerekiyorsa bize de aletler gerekiyor. Bunun için gerekirse hükümete kadar giderim dedim. Ertesi gün aletler, her şey geldi. Demek ki yapılabiliyormuş.
Acıbadem Sağlık Kurumu olarak bizim İstanbul'da 4 tane büyük patoloji laboratuvarımız var. Artık burada dijital patolojiye geçiyoruz, dolayısıyla kavramlarımız değişiyor. Laboratuvarımız da dijital patolojinin bir makinası var. Patoloji preparatlarını, bunun içerisine koyduğumuz zaman bunları dijitalize ediliyorlar. Dijitalize edildikten sonra da dünyanın her yerine gönderebilirler. Örneğin; Profesör Hale Kırımlıoğlu diye bir arkadaşımız var. Kendisi Amerika'da yaşıyor ve karaciğer patolojisi ile uğraşıyor. Gece yarısı, Acıbadem Hastanesinin alanlarından bir tanesinde karaciğer transplantasyonu yapması gerekiyor. Bu hızlıca yapılması gereken bir işlemdir. Hemen Amerika'daki dijital sistemden bizim üzerimizden bağlanarak rapor yazıyor, imzalıyor. Dijital patolojide uçmuşuz.(Gülüyor)
- Türkiye’de dijital patoloji sistemini sadece Acıbadem Sağlık Grubu mu kullanıyor?
Evet, Acıbadem Sağlık Grubu kullanıyor. Birde bu sistemle iş yapan Ankara Tıp Fakültesi'nde Işın Su Kuzu diye bir arkadaşımız var. Bizden bu sistemi nasıl yaparım diye destek almak için gelmişti. Onlarda da bir cihaz var. Onun dışında da benim bildiğim başka bir cihaz yok.
- Türkiye’de patoloji alanında çalışmak isteyen bireylere neler söylemek istersiniz?
Patoloji bir yapı gerektiriyor ve biz bu yapıyı oluşturmuş durumdayız. Bu laboratuvarımız herkese açık. Yani birisi gelip burada bir şey görmek istiyorsa buyursun gelsin. Ben burada bir ay çalışıp gözlemek istiyorum diyen herkese açık ve kamuya da açık. Buraya gelen çalışanın başına bir şey gelirse sorumluluk bendedir. Ben buradan; patolojide çalışacak olan insanların standartlara ulaşması için çok çalışmalarını tavsiye edeceğim.
- Patoloji laboratuvarlarında nelere dikkat edilmesi gerekiyor?
Öncelikle patoloji laboratuvarında bütün incelemelerin düzgün bir şekilde yapılması ve herhangi bir tereddüdün olmaması lazım.
Avrupalıların yapmış olduğu bir çalışma var. Bizi bu akreditasyon üzerinden değerlendirirler ve gelip kontrol ederler. Akreditasyon yapılmazsa iyi olup olmadığımızı bilemeyiz, bu çok önemli bir konu. Sadece akredite kurallarına uymakla kalmayıp akreditasyon için girişimlerde bulunmak gerekiyor. Kolay bir şey değil elbette karşımıza devasa problemler de çıkabiliyor.
- Bize moleküller patolojiden bahseder misiniz?
Büyük bir dokuyu küçülte küçülte gittiğimiz zaman en sonunda doku moleküler patoloji incelemesine giriyor. Bir gen sekansı var mı ona bakılıyor. Mesela akciğer kanseri. Akciğer kanserinde EGFR diye bir gen vardır. Bu gende mutasyonu var mı yok mu diye bakmak lazım. Çünkü orada mutasyon varsa akciğer kanseri vardır ve belirli ilaçlarla belki altı sene kişiyi idare edebilirsiniz. Ama genellikle 2-3 sene içerisinde nükseder. Bu sefer başka bir genetik yapı var onu bulur, öbürüne karşı kullanırız. Bunuda moleküler patoloji diyoruz.
- Türkiye'de verilen patoloji eğitimini yeterli seviyede buluyor musunuz?
Yeterli bulduğumu söyleyemeyeceğim. Bizin memleketimizdeki diğer eğitim sistemleri nasıl ilerliyorsa, patoloji alanında da aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. Lakin son zamanlarda devlet Avrupa’da bu iş nasıl yapılıyorsa, uluslararası patologlar neler yapıyorsa bunları takip etmeye başladı.
Patoloji Dernekleri Federasyonu çok sağlam bir yapıya sahip ve bu işi gönüllü olarak yapıyorlar. Kemal Bakır gibi adamlar canla başla çalışıyorlar. Genel patoloji standardımızın diğer memleketlere göre az olduğunu hiç zannetmiyorum.
- Peki firmalarla karşılaştığınız sıkıntılar nelerdir?
Burada; cihaz vb. şeylere kendi perspektifimden bakıyorum. Birisi bana bir cihaz getirmişse ve ben onu kullanmayacaksan, işime yaramıyorsa cihazı almıyorum.
Cihazların bir kısmı yurtdışından geliyor, bir kısmı da Türkiye'de üretiliyor, her zaman Türkiye'de üretilmesinden yanayım. Fakat üretici beni kandırmayacak, dürüst olacak. Kaç paraya aldığını bilmeliyim ki ben de ona göre bir tespit yapayım.
Fakat satıcılar ve üreticiler bazen çok bayıltıcı ve ısrarcı olabiliyorlar. Açıkça söylemek gerekirse ben de kabul etmek istemiyorum. Patoloji laboratuvarındaki varolan birçok alet ve edevatın varolmasının yanında buradaki bazı aletlerin yapımı ve dizaynı bana ait. Yapmış olduğum aletler paslanmaz çelikten.
Ayrıca bir de para konusu var tabi. Para konusu da önemli. Mantıklı, makul fiyatların olması gerektiğini düşünüyorum.
Pazarlamanın doğru ve yerinde olması lazım.Bu bahsetmiş olduğumuz konu yurtdışından gelen adamlar içinde geçerli.